Hikayesi 1800’lerin başına kadar gidiyor metro’nun ve şans mı şanssızlık mı çok kestiremesem de bizim kampüse gitmek için hergün kullandığım istasyon da dünyanın en eski Tube istasyonu. Tabii ki onun bir kısmını kastediyoruz yoksa 1863’ün altyapısı ile yedi buçuk milyonluk Londra’nın çok canı sıkılırdı.
Her yıl bir milyardan fazla yolculuk yapılıyormuş bu dünyanın en uzun metrosunda. Benim katkım ve çektiğim eziyet dolayısıyla denizde kum bile değil. Özellikle diğer Avrupa şehirlerinin metrolarını gördükten sonra bizim metro deneyimimizin cidden çok eziyetli olduğu görülür. Hatta itiraf edeyim İzmir ve Ankara metroları bunun yanında cennet sayılabilir konfor açısından. En azından benim hatırladığım halleri.
Avrupa’dan gelen öğrencilerimden de arkadaşlarımdan da benzer kıyaslamalar dinliyorum. Örneğin bizim metro çok pahalı – krize rağmen. İndi bindi bileti yok ama en kısa tek yön seyahat kabaca 6 lira ve daha uzak mesafeler için bu 15 liraya kadar çıkabilir. Trenlerin önemli bir kısmı temizlikten payını da almamış olur. Özellike günün sonuna doğru yorgun siz ve yorgun trenler biraz da kirle yumak olur evinize dönersiniz.
Çoğu zaman alternatifiniz de yoktur. Özellikle ücretli köle çalışma saatlerindeyse işiniz sardalya konserve git sardalya konserve gel. Otobüse binseniz yarı fiyatına hatta daha ucuza gidebilirsiniz ama süre olarak iki üç katına çıkar derdiniz. Taksiye binseniz aldığınız maaş yol masrafına yetmez.
Geçen gün sabah sekiz buçuk treninde işe gidiyorum. İster istemez herkesle akraba olmuşuz. Sardalya konservesi gibi dikine dizilmiş ve sıkışmışız. Arkamda yaşlı bir çift var. Muhtemelen emekli olmuş ama uzun süredir Londra’da yaşıyorlar. Sırt sırta kısa bir sohbet: ‘günün hangi saatinde kullanmalı metroyu da rahat gitmeli?’ Soru sırf geyiğine sorulmuş. Yanıt ‘hiçbir saatinde’! Gülüyoruz.
Biraz abartı tabii ki ama sabah beşten gece yarısına kadar neredeyse her saatte trenlerin dolu olduğu bir metro bu. İnsan kalabalığı sanki gizli bir rotasyona tabiymiş gibi günün her saatinda haftanın her gününde ve yılın her mevsiminde çeşitlenerek dolduruyor trenleri ve platformları.
Sabah erken ve ikindiden sonra öğrenciler okullarından çıkıp doluşurlar trenlere. Sabah ve akşam iş çıkışında yine biz, çalışanlar. Aralarda emekliler, kuzeyden ve güneyden ‘şehri’ gezmeye gelmiş öğrenciler, anneler ve çocukları, emekliler doldurur boşlukları. Kışın biraz öğrenciler, bahar ve yaz turistler, ve her mevsim yine biz, çalışanlar.
Metronun en güzel yanlarından biri belki de etrafınızda rengarenk bir insan cümbüşü olması. Daha doğrusu bunca negatif şeyin yanında onu katlanılır ve hatta sevilebilir kılan şey. Her vagon sanki Birleşmiş Milletler heyeti gibidir; tabii ki eşitsiz temsil esas.
Eğer çok yorgun değilseniz ve uyumuyorsanız ya da kafanız aşırı meşgul değilse veya gazete kitap okumuyorsanız şansınıza karşınıza klasik ya da modern bir şiir de çıkabilir. Londra metrosunda yirmi yıldan uzun süredir böyle bir gelenek var. Mevsimlik şiirler seçilip metroda işe koşuluyorlar. Neden sevdiğimi anlayabileceğiniz birisi bunlardan evi düşünüyor uzaktan Robert Browning’in dizeleri. Dizelerdeki İngiltere’yi Türkiye veya adı “Türkçeden başka bir dille” ifade edilebilen başka bir ülke adıyla da değiştirebilirsiniz:
“Ah, İngiltere’de olmak
Nisan şimdi orada
Ve görür kim uyansa İngiltere’de
bir sabah, farkında olmadan,
koca karaağacın alçak dallarının
ve dibindeki süpürge otlarının yapraklandığını
ve yakalarında beyaz apoletleriyle
bahçede şarkı söyleyen ispinozu,
şimdi — İngiltere’de!”
İyi pazarlar ve bol şanslar.
* This article was first published in BirGun: http://www.birgun.net/haber-detay/londra-metrosunda-12117.html
** İbrahim Sirkeci Londra Regent’s Üniversitesi’nde Ulusötesi Çalışmalar ve Pazarlama Profesörü olarak görev yapmaktadır.
[contact-form][contact-field label=’Name’ type=’name’ required=’1’/][contact-field label=’Email’ type=’email’ required=’1’/][contact-field label=’Website’ type=’url’/][contact-field label=’Comment’ type=’textarea’ required=’1’/][/contact-form]