Geçen hafta sonu açıklanan Avrupa Parlamentosu seçimleri giderek daha çok Avrupalının Avrupa Birliği’ne karşı partilere destek verdiğini gösterdi. Bazı sınırlı ve ilginç kazanımlar dışında genel olarak sol ve radikal sol seçimin kaybedenlerinin başında. Açıkça ırkçı diyebileceğimiz partiler, Brüksel’in yasalarımıza bu kadar müdahale etmesine izin vermeyeceğiz ve Avrupa Birliği üyeliğimizi referanduma tabi tutacağız diyen partiler seçimin tartışmasız galibi.
Bu sonuçlar bence Avrupa genelindeki siyasi havayı yansıtıyor. Gündemdeki bazı popüler meseleler mutlaka bir rol oynadı. Örnegin Türkiye’nin üyeliği ve son yıllarda yoğun olarak yaşanmış olan Doğu Avrupalı yeni üyelerden eski üye ülkelere yoğun göç bu seçimlerde pek çok parti tarafından AB aleyhine vurgulandı.
İngiltere’de milletvekillerinin harcırah meselesi merkez partilerine büyük darbe vurdu gibi görünse de kanaatimce Avrupa Parlamentosu seçimlerinde asıl belirleyici olan AB’ye karşı kamuoyundaki olumsuz hissiyat belirleyici oldu. Harcırah meselesi mutlaka seçime katılım ve siyasetten soğuma etkisi yapmış olabilir ve merkezden uç partilere bir kayma beklenebilir.
Ancak katılım oranı düşük olmakla birlikte geçen seçimlerden sadece 4 puan düşük. AB için referandum sözü veren Muhafazakârlar’ın oy oranı aynı kaldı. AB lehine kampta Liberal Demokratlar ve İşçi Partisi oy kabederken sadece Yeşiller iki puanlık bir artış gösterdi. AB bizim işimize burnunu çok sokuyor diyen Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ve AB’de ne işimiz var diyen Britanya Ulusal Partisi (BNP) maalesef her dört seçmenden birinin gönlünü çalmış durumda.
‘Faşizan’ tartışmasına ışık tutması açısından bu BNP’nin ırkçılığına bir parantez açayım. BNP beyaz olmayanların partiye üye olmasına dahi izin vermiyor. Mide bulandırıcı siyasetleri yanında sırf bu nedenle de bu seçimler Britanya demokrasisinin kara günü olarak değerlendiriliyor. Bu arada elbette ki her yerde olduğu gibi bu partide de maalesef bir Türk mevcut ve önceki genel seçimlerde aday gösterilmişti.
Özetlersek, bu sonuçlar Türkiye’yi geçen hafta yazdığım Ortadoğu veya Ön Asya odaklı birlik ihtimallerini ciddiye almaya itmeli. Çünkü tüm iyimserlik ve varolan anlaşmalara karşın referandum öngören partilerin hâkim bir Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin tam üyeliğine ikna olması çok zor.
İngiltere’ye dönersek, seçim sonuçlarının pek de ciddiye alınmadığı havası hâkim. Tüm beklentilerin aksine sonuçlar ne başbakanın ne de bakanların gündeminde ciddi bir yer tutmadı. Muhalefetten gelen yoğun istifa ve erken seçim çağrılarına karşı, hemen sonuçların akabinde İşçi Partisi bakanları ve milletvekilleri Gordon Brown’ın arkasında olduklarını ilan etti. Herhalde bizim görmediğimiz bir şeyin farkındalar. Mesela koltuklarını ve maaşlarını kaybetme korkusu!
Ama sonuçta her kötü durumdan bir iyilik ummak için sebep bulabiliriz. Meclisin ve iktidarın gündeminde köklü bir seçim ve parlamento reformu var.
Eğer Brown reformları gerçekleştirebilirse en büyük değişiklik yüzyıllardır atanmış olan ayrıcalıklı Lordlar Kamarası’nda olacak ve bundan böyle lordlar da seçimle gelecek. Bir tür iki meclisli yasama sistemi hayata geçecek.
İkinci önemli değişiklik ise tercihli oy sistemine geçiş. Bununla daha etkin bir temsil hedefleniyor. Seçmenler tek bir aday yerine sırasıyla hangi adayları tercih ettiklerini belirtebilecek. Ama bence asıl meselelerden biri seçmenin siyasetten soğumasının önlenmesi. Irkçı partinin seçim zaferinin altında yatan bir neden de bu. Taraftarlarını seferber edebilen BNP’nin, genel seçmenin üçte ikisinin oy kullanmadığı seçimlerde yüzde 10 barajını aşabildiği yaygın bir kanaat.
Üçüncü reform paketi, harcamalar, harcırahlar ve maaşlar meselesini meclis kontrolünden alıp tarafsız denetime açma planını öngörüyor. Brown ve İşçi Partisi, genel seçimlerden önce bunları tamamlayabilirse ve de ekonomi de biraz olsun düze çıkarsa tarihi bir genel seçim yenilgisinden kurtulabilir. Yeniden seçilebilir mi? Hiç sanmıyorum.
İyi pazarlar ve bol şanslar.
Bu sonuçlar bence Avrupa genelindeki siyasi havayı yansıtıyor. Gündemdeki bazı popüler meseleler mutlaka bir rol oynadı. Örnegin Türkiye’nin üyeliği ve son yıllarda yoğun olarak yaşanmış olan Doğu Avrupalı yeni üyelerden eski üye ülkelere yoğun göç bu seçimlerde pek çok parti tarafından AB aleyhine vurgulandı.
İngiltere’de milletvekillerinin harcırah meselesi merkez partilerine büyük darbe vurdu gibi görünse de kanaatimce Avrupa Parlamentosu seçimlerinde asıl belirleyici olan AB’ye karşı kamuoyundaki olumsuz hissiyat belirleyici oldu. Harcırah meselesi mutlaka seçime katılım ve siyasetten soğuma etkisi yapmış olabilir ve merkezden uç partilere bir kayma beklenebilir.
Ancak katılım oranı düşük olmakla birlikte geçen seçimlerden sadece 4 puan düşük. AB için referandum sözü veren Muhafazakârlar’ın oy oranı aynı kaldı. AB lehine kampta Liberal Demokratlar ve İşçi Partisi oy kabederken sadece Yeşiller iki puanlık bir artış gösterdi. AB bizim işimize burnunu çok sokuyor diyen Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ve AB’de ne işimiz var diyen Britanya Ulusal Partisi (BNP) maalesef her dört seçmenden birinin gönlünü çalmış durumda.
‘Faşizan’ tartışmasına ışık tutması açısından bu BNP’nin ırkçılığına bir parantez açayım. BNP beyaz olmayanların partiye üye olmasına dahi izin vermiyor. Mide bulandırıcı siyasetleri yanında sırf bu nedenle de bu seçimler Britanya demokrasisinin kara günü olarak değerlendiriliyor. Bu arada elbette ki her yerde olduğu gibi bu partide de maalesef bir Türk mevcut ve önceki genel seçimlerde aday gösterilmişti.
Özetlersek, bu sonuçlar Türkiye’yi geçen hafta yazdığım Ortadoğu veya Ön Asya odaklı birlik ihtimallerini ciddiye almaya itmeli. Çünkü tüm iyimserlik ve varolan anlaşmalara karşın referandum öngören partilerin hâkim bir Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin tam üyeliğine ikna olması çok zor.
İngiltere’ye dönersek, seçim sonuçlarının pek de ciddiye alınmadığı havası hâkim. Tüm beklentilerin aksine sonuçlar ne başbakanın ne de bakanların gündeminde ciddi bir yer tutmadı. Muhalefetten gelen yoğun istifa ve erken seçim çağrılarına karşı, hemen sonuçların akabinde İşçi Partisi bakanları ve milletvekilleri Gordon Brown’ın arkasında olduklarını ilan etti. Herhalde bizim görmediğimiz bir şeyin farkındalar. Mesela koltuklarını ve maaşlarını kaybetme korkusu!
Ama sonuçta her kötü durumdan bir iyilik ummak için sebep bulabiliriz. Meclisin ve iktidarın gündeminde köklü bir seçim ve parlamento reformu var.
Eğer Brown reformları gerçekleştirebilirse en büyük değişiklik yüzyıllardır atanmış olan ayrıcalıklı Lordlar Kamarası’nda olacak ve bundan böyle lordlar da seçimle gelecek. Bir tür iki meclisli yasama sistemi hayata geçecek.
İkinci önemli değişiklik ise tercihli oy sistemine geçiş. Bununla daha etkin bir temsil hedefleniyor. Seçmenler tek bir aday yerine sırasıyla hangi adayları tercih ettiklerini belirtebilecek. Ama bence asıl meselelerden biri seçmenin siyasetten soğumasının önlenmesi. Irkçı partinin seçim zaferinin altında yatan bir neden de bu. Taraftarlarını seferber edebilen BNP’nin, genel seçmenin üçte ikisinin oy kullanmadığı seçimlerde yüzde 10 barajını aşabildiği yaygın bir kanaat.
Üçüncü reform paketi, harcamalar, harcırahlar ve maaşlar meselesini meclis kontrolünden alıp tarafsız denetime açma planını öngörüyor. Brown ve İşçi Partisi, genel seçimlerden önce bunları tamamlayabilirse ve de ekonomi de biraz olsun düze çıkarsa tarihi bir genel seçim yenilgisinden kurtulabilir. Yeniden seçilebilir mi? Hiç sanmıyorum.
İyi pazarlar ve bol şanslar.
* This article was first published in BirGun: http://www.birgun.net/haber-detay/avrupa-birligi-ne-karsi-12099.html
** İbrahim Sirkeci Londra Regent’s Üniversitesi’nde Ulusötesi Çalışmalar ve Pazarlama Profesörü olarak görev yapmaktadır.
[contact-form][contact-field label=’Name’ type=’name’ required=’1’/][contact-field label=’Email’ type=’email’ required=’1’/][contact-field label=’Website’ type=’url’/][contact-field label=’Comment’ type=’textarea’ required=’1’/][/contact-form]