Yakın bir arkadaşım geçenlerde doktora tezini tamamladı. Elizabeth Allen daha çok kültür, fark ve edebiyat üzerine çalışıyor. Geçen yıl bir çalışmasında İngiliz romanında insan kaçakçılığı üzerine çok ilginç bir inceleme yayınladı. Doktora tezinde ise Türkiye’de de tanınan Raymond Williams’ın eserlerini araştırdı.
Liz’in en önemli bulgularından biri göçmenlik meselesi ile Williams’ın eserlerini bir araya getirmesi.
Liz’in anlattıklarından bu durumu biraz tesadüfen farkettiğini de söyleyebiliriz. Önemli bir edebiyat eleştirmeni ve kültür alanında sayılı bir teorisyen olan Raymond Williams’ın hem roman ve öyküleri hem de eleştiri yazıları genel olarak bir sürgün teması etrafında dönüyor. Liz, Raymond Williams’ın yazılarında, kendisini tamamen yabancı olduğu bir coğrafyada asla asimile olmayan bir yabancı olarak kurguladığını gösteriyor. Bu anlamda popüler romanda göçün nasıl tarif edilip aktarıldığına dair aykırı bir örnek oluşturuyor.
İlginç olan kısım burada başlıyor. Kendini yabancı bir ülkede bir türlü asimile olmayan bir sürgün olarak portreleyen Raymond Williams Britanya doğumlu ve hayatının neredeyse tamamını Cambridge Üniversitesi’nde ders vererek geçirmiş.
Williams bitirmeye ömrünün yetmediği son romanında kendisini “muhalif ve yerinden edilmiş bir akıl” olarak tarif ediyor. Pek çoğunun kapısından girmek için neler vermem diyeceği Cambridge Üniversitesi ve onun temsil ettiği değerlerin kendisi için bir sürgün yeri olduğunu yazıyor.
Williams’ın sürgün olduğunu düşündüğü memleketi ise Galler-İngiltere sınırındaki Kara Dağlar bölgesi. Kadınıyla erkeğiyle işçiler ve Güney Galler’li halkın tümü Williams’ın özlem duyduğu. Ama bu öyle tutucu bir özlem değil, kendisini “Gallerli Avrupalı” tanımlayacak kadar dışa dönük ve enternasyonalist. En nihayetinde anahtar kelimelerinden umut, radikal Gallerlilerin burjuva İngiltere’yi alt edip batı ve doğu Avrupalı yoldaşlar ve muhaliflerle buluşmaları umudu.
Liz, onun siyasi olduğu kadar edebi olarak da yerinden olmuş olduğunu söylüyor. Williams 19. yüzyıl İngiliz gerçekçi edebiyatını severken 20. yüzyil İngiliz edebiyatını hafif sıklet olarak görüyor. Sevdiği yazarları da Sartre, Yaşar Kemal, Soljenitsin ve Vonnegut olarak sıralıyor.
Sürgünlüğünü ve rahatsızlığını her fırsatta vurgulayan Williams, “Benim Cambridge’im” adlı derleme için yazdığı denemeye “Asla benim Cambridge’im olmadı” diyerek başlıyor.
Williams’ı üzerine düşünürken televizyonda haberlerde belli ki çok önem addedilmeyen bir kısa haber gördüm. İngiliz çocuk kitabı yazarlarının okul davetlerine katılmadan önce pedofil denetimine tabi tutulacaklarmış.
Pekçok yazar haklı olarak karara isyan ederken yılın çocuk edebiyatçısı ünvanı verilen Browne kararı haklı bulmuş. Bu pedofil denetlemesi biraz sağlık ve güvenlik önlemlerinin yaşamı zorlaştırmaya başladığı pek çok başka uygulamaya benziyor. Ya da havalimanlarında uçağa sıvı alma yasağı gibi pek çok diğer rahatsız edici ve saçma güvenlik kontrollerine.
Yanlış anlamayın çocuk tacizi ciddi bir sorun ve her ülkede her gün tiksindirici vakalar görüyoruz. Ancak okulların davetiyle panellere gidip eserlerini sergileyen edebiyatçılarla binbir takla atıp çocukları nasıl ayartacağını planlayan tacizci sapıkları aynı kefeye koymak biraz fazla kaçmış.
Philip Pullman çok kızmış okullara panellere gitmek için hükümetten “çocuk tacizcisi değilim” belgesi almak zorunda kalacağına. Dahası bunun için bir de 64 Sterlin ödemek zorunda Pullman. İster misiniz bu belgeyi almak herkese şart koşulsun? Bu kriz ortamında hükümet sakın ola bu yolla bütçeyi kotarmaya çalışmasın? Bunun altında bi pis koku da var ama bakalım ne olacak.
Bir başka ünlü yazar Annie Fine ise denetleme programıyla dalga geçerek biz de bundan sonra İngiliz okulları yerine başka ülkelerin, henüz cozutmamış ülkelerin okullarına gidip panel vereceğiz demiş.
Kısaca tünelin ucunda daha çok Britanya’lı sürgün yazar görünüyor. Haydi hayırlısı. İyi pazarlar ve bol şanslar.
Liz’in en önemli bulgularından biri göçmenlik meselesi ile Williams’ın eserlerini bir araya getirmesi.
Liz’in anlattıklarından bu durumu biraz tesadüfen farkettiğini de söyleyebiliriz. Önemli bir edebiyat eleştirmeni ve kültür alanında sayılı bir teorisyen olan Raymond Williams’ın hem roman ve öyküleri hem de eleştiri yazıları genel olarak bir sürgün teması etrafında dönüyor. Liz, Raymond Williams’ın yazılarında, kendisini tamamen yabancı olduğu bir coğrafyada asla asimile olmayan bir yabancı olarak kurguladığını gösteriyor. Bu anlamda popüler romanda göçün nasıl tarif edilip aktarıldığına dair aykırı bir örnek oluşturuyor.
İlginç olan kısım burada başlıyor. Kendini yabancı bir ülkede bir türlü asimile olmayan bir sürgün olarak portreleyen Raymond Williams Britanya doğumlu ve hayatının neredeyse tamamını Cambridge Üniversitesi’nde ders vererek geçirmiş.
Williams bitirmeye ömrünün yetmediği son romanında kendisini “muhalif ve yerinden edilmiş bir akıl” olarak tarif ediyor. Pek çoğunun kapısından girmek için neler vermem diyeceği Cambridge Üniversitesi ve onun temsil ettiği değerlerin kendisi için bir sürgün yeri olduğunu yazıyor.
Williams’ın sürgün olduğunu düşündüğü memleketi ise Galler-İngiltere sınırındaki Kara Dağlar bölgesi. Kadınıyla erkeğiyle işçiler ve Güney Galler’li halkın tümü Williams’ın özlem duyduğu. Ama bu öyle tutucu bir özlem değil, kendisini “Gallerli Avrupalı” tanımlayacak kadar dışa dönük ve enternasyonalist. En nihayetinde anahtar kelimelerinden umut, radikal Gallerlilerin burjuva İngiltere’yi alt edip batı ve doğu Avrupalı yoldaşlar ve muhaliflerle buluşmaları umudu.
Liz, onun siyasi olduğu kadar edebi olarak da yerinden olmuş olduğunu söylüyor. Williams 19. yüzyıl İngiliz gerçekçi edebiyatını severken 20. yüzyil İngiliz edebiyatını hafif sıklet olarak görüyor. Sevdiği yazarları da Sartre, Yaşar Kemal, Soljenitsin ve Vonnegut olarak sıralıyor.
Sürgünlüğünü ve rahatsızlığını her fırsatta vurgulayan Williams, “Benim Cambridge’im” adlı derleme için yazdığı denemeye “Asla benim Cambridge’im olmadı” diyerek başlıyor.
Williams’ı üzerine düşünürken televizyonda haberlerde belli ki çok önem addedilmeyen bir kısa haber gördüm. İngiliz çocuk kitabı yazarlarının okul davetlerine katılmadan önce pedofil denetimine tabi tutulacaklarmış.
Pekçok yazar haklı olarak karara isyan ederken yılın çocuk edebiyatçısı ünvanı verilen Browne kararı haklı bulmuş. Bu pedofil denetlemesi biraz sağlık ve güvenlik önlemlerinin yaşamı zorlaştırmaya başladığı pek çok başka uygulamaya benziyor. Ya da havalimanlarında uçağa sıvı alma yasağı gibi pek çok diğer rahatsız edici ve saçma güvenlik kontrollerine.
Yanlış anlamayın çocuk tacizi ciddi bir sorun ve her ülkede her gün tiksindirici vakalar görüyoruz. Ancak okulların davetiyle panellere gidip eserlerini sergileyen edebiyatçılarla binbir takla atıp çocukları nasıl ayartacağını planlayan tacizci sapıkları aynı kefeye koymak biraz fazla kaçmış.
Philip Pullman çok kızmış okullara panellere gitmek için hükümetten “çocuk tacizcisi değilim” belgesi almak zorunda kalacağına. Dahası bunun için bir de 64 Sterlin ödemek zorunda Pullman. İster misiniz bu belgeyi almak herkese şart koşulsun? Bu kriz ortamında hükümet sakın ola bu yolla bütçeyi kotarmaya çalışmasın? Bunun altında bi pis koku da var ama bakalım ne olacak.
Bir başka ünlü yazar Annie Fine ise denetleme programıyla dalga geçerek biz de bundan sonra İngiliz okulları yerine başka ülkelerin, henüz cozutmamış ülkelerin okullarına gidip panel vereceğiz demiş.
Kısaca tünelin ucunda daha çok Britanya’lı sürgün yazar görünüyor. Haydi hayırlısı. İyi pazarlar ve bol şanslar.
* This article was first published in BirGun: http://www.birgun.net/haber-detay/kendi-ulkende-yabanci-olmanin-edebiyati-12101.html
** İbrahim Sirkeci Londra Regent’s Üniversitesi’nde Ulusötesi Çalışmalar ve Pazarlama Profesörü olarak görev yapmaktadır.
[contact-form][contact-field label=’Name’ type=’name’ required=’1’/][contact-field label=’Email’ type=’email’ required=’1’/][contact-field label=’Website’ type=’url’/][contact-field label=’Comment’ type=’textarea’ required=’1’/][/contact-form]