Cumartesi günü akşam saat sekiz sularında, ‘şirin’ bir Ege kentinde, kentin daha çok ‘doğu’dan gelen göçmenlerinin oturduğu bir yerinde, bir dönercinin önünde, ellerinde dürüm dönerleriyle iki genç birbirine laf atar. Hani ‘ne bakıyon birader’ cinsinden bir durum. Sonra da kavgaya tutuşurlar. Bu kadarı yetmez, gençlerden Türk olanı gider arkadaşlarını toplayıp geri gelir. Şehitler anılır, terör lanetlenir, küfürler edilir. Bu da yetmez, alınan gazla önlerine gelen Kürtlere saldırırlar, Kürtlerin işlettiği dükkanları ateşe verip, arabaların ve evlerin camlarını kırarlar. Hatta hamile bir Kürt kadının evi de kundaklanır. Ertesi gün kente binlerce polis takviyesi yapılır. Bu kez ‘doğu kökenli’ erkeklerden oluşan kalabalık bir grup protesto yürüyüşü yapar ve onlar da bu gazla hızlarını alamayıp Türklerin işlettiği dükkânlara saldırırlar, camları kırarlar, arabaları, evleri ateşe verirler ve olayları yatıştırmaya çalışan polisle çatışırlar. Takibeden günler ve haftalarda benzer ama daha küçük çapta ırkçı saldırılar komşu kent ve kasabalarda da görülür.
Yukarıdaki olaylar, Türkiye’de değil, yedi yıl önce 26 Mayıs’ta Manchester’ın biraz kuzeyindeki Oldham kentinde cereyan etti. Lütfen Türklerin yerine beyaz İngilizleri ve Kürtler’in yerine de Asyalı göçmen kökenlileri koyup bir kez daha okuyun.
Oldham’ın hala bu travmadan tamamen kurtulabildiğini söylemek güç. Burası, kuzeyde, eskiden tekstil endüstrisinin güçlü olduğu kentlerden biri. Zamanında Oldham’a tekstil fabrikalarında çalıştırılmak üzere, Pakistan, Hindistan ve Bangladeş’ten pek çok göçmen işçi getirilmiş. Kent, bugün bu göçmenlerin çocukları ve torunlarının oluşturduğu kalabalık bir azınlık nüfus barındırıyor. Ancak bildiğimiz gibi bu grupların hiçbiri İngiltere’yi bölmeye çalışmıyor.
Yukarıda bahsettiğim olayların öncesinde Oldham, iki ırkçı partinin hedefi olmuştu. Yaklaşık beş hafta boyunca çeşitli etkinlikler için ülkenin başka kentlerinden gelen küçük ama sevimsiz Milli Cephe (NF) ve Britanyalı Milliyetçi Partisi (BNP) grupları kenti provoke ettiler. Genel olarak yoksulluk ve işsizliğin yoğun olduğu kent, bu tarz kışkırtmalara açıktı. Şüphesiz ki bu ırkçı partilerin en iyi yaptıkları iş de provokasyon. Olaylar sırasında genel olarak tüm siyasi çevreler bu iki partiyi açıkça sorumlu tuttular.
Olaylar üzerine hükümet bir inceleme komisyonu kurdu. Raporda temel sorunun, yıllar boyunca derinleşmiş, etnik eksenli toplumsal ayrışma olduğu ve gruplar arası uzlaştırıcı politika ve çabaların eksikliği vurgulanmıştı. Geçen 7 yıl zarfında bu eksikliklerin bir kısmı aşıldı. Örneğin müslüman asyalılar nüfusun sadece yüzde 11’ini oluşturmasına karşın, belediye başkanlığı seçimlerini bir Asya kökenli kazandı. Kent merkezinde çok kültürlü etkinlikler için bir kültür merkezi inşa edildi. Irkçı partilere destek azaldı ve etnik nitelikli suçlarda ciddi düşüş görüldü.
Olaylar çoktan dinmiş olsa da, yedi yıl öncesinin izlerini hala görmek mümkün. Kentin İngiliz ve Asyalı yerlilerine göre, işsizlik ve gençlerin kendilerini geliştirebilecekleri kurumların yokluğu temel sorunlar. Irkçı siyasetin önüne tam olarak geçilebilmiş değil. Ancak bir aklı selim de oluşmuş yanı, iki genç insanın kebapçıdaki kavgası dünya savaşı çıkarmıyor. Azınlıkların medya ve siyasette günah keçisi yapılmasından vazgeçmek bu yönde olumlu gelişmelerin önünü açacaktır.
2008 yılı, Avrupa Konseyi tarafından ‘kültürlerarası diyalog yılı’ ilan edildi. Üye ülkeler için bağlayıcı olan bu kararda insan haklarına saygı, kültürel ve dilsel farklara saygı, ayrımcı uygulamaların yok edilmesi gibi biz dizi temel konuda önlemler önerildi.
Bunu tartışmak için, Çağdaş Avrupa Araştırmaları Enstitüsü’nde (iCES), Avrupa Konseyi Eğitim, Kültür ve Kültürel Miras, Gençlik ve Spor Genel Direktörü ve Avrupa Konseyi Kültürlerarası Diyalog Koordinatörü Gabriella Battaini-Dragoni’yi ağırladık. Özellikle üniversitelerin kültürlerarası diyaloğun hayata geçirilmesindeki kilit rolünden dem vuran Battaini-Dragoni, bazı bakanlar dahil pek çok kişinin Avrupa Konseyi’nin çok kültürlülüğü koruyucu politikalarından ve bu çerçevede doğan haklardan haberdar olmadığını vurguladı. Yaptırımlardan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sorumlu. Naçizane fikrim, mahkemeye düşmeden yerinde çözümler yaratmak gerektiği yönünde.
Yıllardır Türkiye nüfusunu araştıran biri olarak şunu söyleyebilirim; Türkiye’nin batısında büyük küçük bütün kentlerde, kasabalarda yüzde 10 dolayında bir Kürt nüfus mevcut. Bu, yarım yüzyıldır süren iç göçlerin bir sonucu. Dolayısıyla en kestirme çözüm, ırkçılığa karşı duyarlı olmak. Mesela, milliyetçi ve militarist çığırtkanlara pabuç bırakmadan, her Türk, bir Kürt komşu veya dost edinip birbirini anlamaya başlayabilir. Yani, tek yol barış içinde birlikte yaşamak, Oldham’da da Altınova’da da.
Yukarıdaki olaylar, Türkiye’de değil, yedi yıl önce 26 Mayıs’ta Manchester’ın biraz kuzeyindeki Oldham kentinde cereyan etti. Lütfen Türklerin yerine beyaz İngilizleri ve Kürtler’in yerine de Asyalı göçmen kökenlileri koyup bir kez daha okuyun.
Oldham’ın hala bu travmadan tamamen kurtulabildiğini söylemek güç. Burası, kuzeyde, eskiden tekstil endüstrisinin güçlü olduğu kentlerden biri. Zamanında Oldham’a tekstil fabrikalarında çalıştırılmak üzere, Pakistan, Hindistan ve Bangladeş’ten pek çok göçmen işçi getirilmiş. Kent, bugün bu göçmenlerin çocukları ve torunlarının oluşturduğu kalabalık bir azınlık nüfus barındırıyor. Ancak bildiğimiz gibi bu grupların hiçbiri İngiltere’yi bölmeye çalışmıyor.
Yukarıda bahsettiğim olayların öncesinde Oldham, iki ırkçı partinin hedefi olmuştu. Yaklaşık beş hafta boyunca çeşitli etkinlikler için ülkenin başka kentlerinden gelen küçük ama sevimsiz Milli Cephe (NF) ve Britanyalı Milliyetçi Partisi (BNP) grupları kenti provoke ettiler. Genel olarak yoksulluk ve işsizliğin yoğun olduğu kent, bu tarz kışkırtmalara açıktı. Şüphesiz ki bu ırkçı partilerin en iyi yaptıkları iş de provokasyon. Olaylar sırasında genel olarak tüm siyasi çevreler bu iki partiyi açıkça sorumlu tuttular.
Olaylar üzerine hükümet bir inceleme komisyonu kurdu. Raporda temel sorunun, yıllar boyunca derinleşmiş, etnik eksenli toplumsal ayrışma olduğu ve gruplar arası uzlaştırıcı politika ve çabaların eksikliği vurgulanmıştı. Geçen 7 yıl zarfında bu eksikliklerin bir kısmı aşıldı. Örneğin müslüman asyalılar nüfusun sadece yüzde 11’ini oluşturmasına karşın, belediye başkanlığı seçimlerini bir Asya kökenli kazandı. Kent merkezinde çok kültürlü etkinlikler için bir kültür merkezi inşa edildi. Irkçı partilere destek azaldı ve etnik nitelikli suçlarda ciddi düşüş görüldü.
Olaylar çoktan dinmiş olsa da, yedi yıl öncesinin izlerini hala görmek mümkün. Kentin İngiliz ve Asyalı yerlilerine göre, işsizlik ve gençlerin kendilerini geliştirebilecekleri kurumların yokluğu temel sorunlar. Irkçı siyasetin önüne tam olarak geçilebilmiş değil. Ancak bir aklı selim de oluşmuş yanı, iki genç insanın kebapçıdaki kavgası dünya savaşı çıkarmıyor. Azınlıkların medya ve siyasette günah keçisi yapılmasından vazgeçmek bu yönde olumlu gelişmelerin önünü açacaktır.
2008 yılı, Avrupa Konseyi tarafından ‘kültürlerarası diyalog yılı’ ilan edildi. Üye ülkeler için bağlayıcı olan bu kararda insan haklarına saygı, kültürel ve dilsel farklara saygı, ayrımcı uygulamaların yok edilmesi gibi biz dizi temel konuda önlemler önerildi.
Bunu tartışmak için, Çağdaş Avrupa Araştırmaları Enstitüsü’nde (iCES), Avrupa Konseyi Eğitim, Kültür ve Kültürel Miras, Gençlik ve Spor Genel Direktörü ve Avrupa Konseyi Kültürlerarası Diyalog Koordinatörü Gabriella Battaini-Dragoni’yi ağırladık. Özellikle üniversitelerin kültürlerarası diyaloğun hayata geçirilmesindeki kilit rolünden dem vuran Battaini-Dragoni, bazı bakanlar dahil pek çok kişinin Avrupa Konseyi’nin çok kültürlülüğü koruyucu politikalarından ve bu çerçevede doğan haklardan haberdar olmadığını vurguladı. Yaptırımlardan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sorumlu. Naçizane fikrim, mahkemeye düşmeden yerinde çözümler yaratmak gerektiği yönünde.
Yıllardır Türkiye nüfusunu araştıran biri olarak şunu söyleyebilirim; Türkiye’nin batısında büyük küçük bütün kentlerde, kasabalarda yüzde 10 dolayında bir Kürt nüfus mevcut. Bu, yarım yüzyıldır süren iç göçlerin bir sonucu. Dolayısıyla en kestirme çözüm, ırkçılığa karşı duyarlı olmak. Mesela, milliyetçi ve militarist çığırtkanlara pabuç bırakmadan, her Türk, bir Kürt komşu veya dost edinip birbirini anlamaya başlayabilir. Yani, tek yol barış içinde birlikte yaşamak, Oldham’da da Altınova’da da.
*This article was first published in BirGun: http://www.birgun.net/haber-detay/oldham-dan-altinova-ya-kapitalizmin-sonu-12062.html
** İbrahim Sirkeci Londra Regent’s Üniversitesi’nde Ulusötesi Çalışmalar ve Pazarlama Profesörü olarak görev yapmaktadır.
[contact-form][contact-field label=’Name’ type=’name’ required=’1’/][contact-field label=’Email’ type=’email’ required=’1’/][contact-field label=’Website’ type=’url’/][contact-field label=’Comment’ type=’textarea’ required=’1’/][/contact-form]